Hem. Aysel Saçan
Diyaliz Hemşiresi- Öğretim Görevlisi
İstanbul Bilgi Üniversitesi
DÜNDEN BUGÜNE DİYALİZ
İzmir’deki okulumdan yeni mezun olmuşum. Başımda kavak yelleri esiyor. Ani gelişen bir dizi olaylar ertesinde kendimi Ankara’da buluveriyorum. Hem de “Organ Nakli ve Yanık Tedavi Vakfı’nda (Başkent Üniversitesi Hastanesi) işe bile başlamış, çiçeği burnunda bir hemşire olarak. O zamana kadar diyalizin adını bile duymamışım.
Aman tanrım, o da ne! Her taraf kan içerisinde; hastalar habire bayılıyor. Kimi hastalar kramp geçiriyor. O zamanlar, nam-ı diğer, Gambro AK-10 asetatlı hemodiyaliz cihazları pek revaçtaydı. Benim gibi genç olanlar bu cihazları kullanmışlardır. Sahiden de asetatlı diyalizin hastalar için nasıl bir eziyet olduğunu mutlaka biliyorlardır.
Hastanın biri diyalizden çıktıktan sonra koridorda düştü, kasılmaya başladı. Ben o gün diyalizi bırakmaya karar verdim. Artık nasıl karar verdiysem, bu kararımı ancak 25 yıl sonra uygulayabildim. Tabii, gerçekten bırakabildiysem eğer.
Gel zaman git zaman, AK-10 diyaliz cihazına bir kaset ilave edildi. Bikarbonatlı diyaliz yapmaya başladık. Ancak bu cihazlarda, bikarbonat yoğunluğunun yüksek olması nedeniyle, sık sık tıkanır; biz yine asetatla çalışmaya devam ederdik.
Güzel günlerdi velhasıl! Ama en güzeli de, bize rehberlik eden kıdemlilerimizdi. Semiha abla, Suna abla, Emine abla, Beyhan abla, Türkan; kulakları çınlasın. Şu an ise her biri farklı yerlerde ve farklı görevlerdeler. Elbette değerli hocamız Prof. Dr. Mehmet Haberal’dan iş disiplini, çalışkanlık, yılmama gibi bir yığın meziyetler öğrendik.
İşe başlamamdan 3 ay sonra, acil durumlar için gece diyalizi başladı. Eeee, elbette nöbet tutan ilk ve son kurban da ben oldum. Acil hastalar için başladığımız gece diyalizi öyle bir hal aldı ki, eşiyle kavga eden, uyuyamayan, canı sıkılan tüm hastalar gece diyalizine gelmeye başladılar. Gündüz 16 hastaya bakmak için 4 kişi çalıştığımız salonda, övünmek gibi olmasın, gece tek başıma 16 hastaya bakmaya başladım. Asetat diyalizin komplikasyonları nedeniyle, bir oraya, bir buraya, başı kopmuş tavuk gibi koşuşturup duruyordum.
Bir gece saat 03:00 civarı hastaları çıkarttık. Arkamı döndüm, hocamız Prof. Dr. Mehmet Haberal denetime gelmiş. Olağanüstü bir performansı vardı, gece 02’de nakil ameliyatını bitirir, saat 04’de hastasını kontrol etmeye gelir, sabah 07’de de işinin başında olurdu. Doğal olarak biz yeni mezun hemşireler, hocamızdan ve kıdemlilerimizden çok şey öğrendik.
Cihazlarda volüm kontrolü olmadığı için hastaya dört kilo ayarlardık, fakat hastadan bazen beş kilo çekilir, bazen de üç kilo çekilirdi. Bir nevi şans yani. Daha sonra volüm kontrollü cihazlar çıktı ki; hastalar için olağanüstü bir rahatlık oldu. Varsayımlar bitmiş, gerçek kilo çekimleri başlamıştı. Diğer taraftan hemodiyafiltrasyon yapan cihazlar, plazmaferezler derken, gelişen teknoloji sayesinde; günümüzde makineler neredeyse tüm ayarları kendileri yapıyorlar.
Bugün geldiğimiz noktada volüm kontrollü cihazlar, sodyum ve ultrafiltrasyon profilleri, hemofiltrasyonu rutin diyalizde kullanan klinikler, hemodiyafiltrasyonlar artık olağan kabul ediliyor. Cihazlara hastaların verilerini yüklediğinizde, son 10 seans bilgilerini görebiliyor, tedavi ve seans süreçlerini ayarlayabiliyor, yine son 10 seans uygulanan dezenfeksiyonları, efektif dializ süreleri, vb. bir çok bilgiye anında ulaşabiliyorsunuz.
Tüm bunları anlatmamın sebebi şu: Diyalizdeki gelişmeleri, teknik yenilikleri literatürden zaten biliyorsunuz. Ben, bunlara bir de, tüm bu gelişmeleri bizzat içinde yaşayan, herşeye an be an tanık olanların gözüyle bakmanızı istedim.
Yayın Tarihi: 02/06/2019