BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ !
Biz aslında milyarlarca insan gibi birbirimize çok benzeyen canlılarız. Bizi birbirimizden ayıran en büyük farkımız; yaşadıklarımızdır. Hepimiz bir varmışız, bir yokmuşuz. İşte bir gün, gelecekte bizden de bahsederken, böyle başlayacaklar.
Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar bıçkın bir delikanlı varmış. Güler yüzlü, çevresinde çok sevilir, pazarda meyve sebze satar, ekmeğini taştan çıkarırmış. Her zamanki gibi, pazar tezgahının başında ekmeğinin derdindeyken, sapsarı saçları, masmavi gözleriyle bir perikızı karşısına çıkmış. Çıkmasına çıkmış da, o anda o perikızına vurulmuş. Sanki yıllardır onun gelmesini bekliyormuş. Çok sürmemiş, hemen ailelere haberler verilmiş; çünkü durum ciddi, hemen evlenmeye karar vermişler.
Masal bu ya, bu güzel perikızının askerde bir kardeşi varmış. O askerden gelince, aileler çifte mutluluk yaşamak için, bu güzel insanların düğününü yapıp, onları hiç ayrılmamak üzere birleştireceklermiş. Günler birbirini kovalıyor, her geçen gün bu heyecan büyüyor, geçen zaman ikisinin kalplerindeki sevgiyi büyütüyormuş. Ta ki, perikızının kardeşinin, hain bir kurşunla şehit olduğu haberini alana dek. O masmavi gözleri bulutlanmış, öyle bir bulutlanmış ki; bundan sonra hiç ama hiç yağmurları dinmemiş.
Masalımızın gözü pek delikanlısı, perikızını bu acıyla yalnız bırakır mı hiç? Tabii ki bırakmamış, hep onun yanında destek olmaya çalışmış. Bu büyük acının üstüne, ekilse de büyük sevgi tohumları, ne kadar acı da olsa, hayat devam ediyormuş. İnsan bazen hayat devam etmesin, dursun ister, ama hayat sürer, bütün acı yüzüne rağmen. Evlenmişler anlayacağınız, ama perikızı hep acı doluymuş, mutluluğu hep yarımmış. Ruhu acı içindeyken insanın, bedeni ne kadar dayanabilir ki? Onun acıları da böbreklerine zarar vermiş. “ Hep beterin daha da beteri vardır” derler büyüklerimiz, ne kadar da doğruymuş. Doktor, perikızına “ böbreklerin artık iflas etmiş, diyalize girmekten başka çaremiz kalmadı” demiş. Katater takılıp, diyalize başlamış. Daha sonra da fistül yapılıp, hazır hale gelince fistülden diyalize devam etmiş. Sevdiği adam dağ gibi yanındaymış, hiç yalnız bırakır mı sevdiğini.
Bir arkadaşları onlara böbrek nakli olma fikrini vermiş. Gitmişler hastaneye, hayatı paylaştıkları gibi böbreklerini de paylaşmak için; iyi günde de kötü günde de birlikte olmak için söz vermişlerdi ya. Ama ne yazık ki dokular uymamış, ikisi de üzgün hastaneden ayrılmışlar.
Aylar sonra bir gün, bir haber gelmiş Antalya’dan. Trafik kazası geçiren gencecik bir insan ve onun kocaman yürekli ailesi, bağışlayınca organlarını, şans peri kızına gülmüş. “Kimilerinin acısı, kimilerine mutluluk getirir” denir ya hani. Haberi alınca perikızı, apar topar annesiyle birlikte yollara düşmüş. Hayat arkadaşı işlerini halledip arkadan yetişecekti. Hastanede peri kızının şansı yaver gidiyordu, böbreğin ona takılmasına karar verilmişti. Ameliyat başlıyordu birazdan, hayat arkadaşı da yollara düşmüştü heyecanla. Perikızı uyandığında sevdiğini yanında görecekti. Bir rivayete göre Azrail güzel insanların canını alırken, en sevdiğinin suretinde çıkarmış karşısına. Antalya yolunda son sürat arabasıyla giderken, perikızının hayali gerçeğine kavuşmasına engel olmuş.
Peki, perikızı şimdi ne mi yapıyor. En sevdiği 2 kişinin hayat arkadaşının ve kardeşinin mezarına güller dikiyor. Çok şükür ki; nakil olduktan sonra böbreği onu yarı yolda bırakmadı. Onu seven ailesi ve arkadaşları ile hayata tutunmaya çalışıyor. Çalışıp, kendi parasını kazanıyor, her şeye rağmen kalbiyle değilse de, yüzüyle gülebiliyor. İnsanların gücünü oluşturan serveti, geldiği mevkidir diye düşünür bazıları. Aslında en büyük zenginlik; zor günlerimizde acılarımızı paylaşan, ailesinin, dostlarının, hayat arkadaşlarının olmasıdır.
Yayın Tarihi: 25/08/2016